Laurent Gaudé ve Postmodern Çağda “Hibrit Metin”

-
Aa
+
a
a
a

Abdullah Ezik, Ben Buradan Okuyorum’un son bölümünde Tara Civelekoğlu ile çağdaş Fransız edebiyatının önemli isimlerinden yazar ve şair Laurent Gaudé, Gaudé'nin eserlerinde trajedi ve “hibrit metin” kavramı üzerine konuştu.

Gaudé
Laurent Gaudé ve Postmodern Çağda “Hibrit Metin”
 

Laurent Gaudé ve Postmodern Çağda “Hibrit Metin”

podcast servisi: iTunes / RSS

Postmodern çağın ortaya çıkardığı edebî türlerden biri olan “hibrit metin”, şiir ile düzyazı arasındaki sınırları gittikçe muğlaklaştırırken Laurent Gaudé gibi şair-yazarlar bu meseleye dair geliştirdikleri alternatif yol ve fikirlerle ortaya daha yenilikçi bir form çıkarmayı başardılar. Kuşağının önde gelen Fransız entelektüellerinden biri olarak Laurent Gaudé, tiyatro, roman ve şiir gibi farklı türlerde kalem oynatan, eserleriyle Fransa’nın sınırlarının çok daha ötesine taşınmayı başarmış bir isim.

Abdullah Ezik: Doktora tez çalışmanızda Fransız yazar ve şair Laurent Gaudé’nin eserlerinde “hibrit metin kullanımının trajiğin ifadesindeki rolü”ne odaklanıyorsunuz. Laurent Gaudé, iki kitabı Doğan Kitap tarafından Yaşar İlksavaş çevirisiyle Türkçe’ye aktarılan bir yazar. Öncelikle Laurent Gaudé ve temsil ettiği edebî değer üzerine ne söylersiniz?

Tara Civelekoğlu: Öncelikle Laurent Gaudé’nin hayatı ve yapıtları hakkında kısa bir bilgi vermek isterim. Karşımızda son dönem Fransız edebiyatının önemli ve üretken bir yazarı var. 1972 doğumlu, Modern Edebiyat ve Tiyatro üzerine eğitim almış olup ilk eserlerini tiyatro alanında verdi. Daha sonra, piyesleri, sadece Fransa’da değil ama Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde sahneye uyarlandı. 2000’li yıllardan itibaren de tiyatro metinlerine ek olarak, romanlar yazmaya başladı ve Kral Tsongor’un Ölümü adlı romanıyla Fransa’daki önemli ödüllerden biri olan, lise öğrencileri tarafından verilen Goncourt Ödülü’nü almaya hak kazandı. Ardından da Scorta Güneşiadlı romanıyla büyük edebiyat jürisi tarafından verilen Goncourt Ödülü’nü de aldı. Bunların yanı sıra öykü ve şiir kitapları da kaleme aldı.

Yazarın temsil ettiği edebî değer üzerine şunu söyleyebiliriz: Gaudé insanlık tarihinin kültürel mirasına ve insanoğlunun tarih boyunca yaşadığı ve yaşamakta olduğu sosyoekonomik, politik ve kültürel olaylara son derece bağlı olan ve bunları eserlerine konu eden bir yazar. Biraz daha açmak ve somutlaştırmak gerekirse, yazarın, eserlerinde sıklıkla mitlere, hikâyelere, tarihi olaylara yer verdiğini görebiliriz. Bunun haricinde, Avrupa tarihini derinden etkileyen olaylara veya yakın dönemde olan felaketlerin (Haiti depremi sonrasında bölgeye yapmış olduğu ziyaret), insanlık krizlerinin (Irak’taki göçmen kamplarına yapığı ziyaret) yaşandığı coğrafyalara da giderek oralarda yapmış olduğu gözlemleri eserlerine taşımakta. Böylece eserleri her daim güncelliğini koruyabilmekte ve okurları her dönemde kendini çekebilmekte. Bu değerler pek çok açıdan Gaudé’yi evrenselleştiren, her dönemde anlamlandırılan bir yazar haline getiriyor.

Gaudé

A.E.: Laurent Gaudé, şiir, tiyatro ve roman gibi farklı türlerde kalem oynatan bir yazar. Bu yönüyle de sanırım çağdaş Fransız edebiyatı içerisinde kendine has bir yer edindiğini söylemek mümkün. Gaudé’nin bu çok yönlü kişiliği/yazarlığı, üretimlerine nasıl yansıyor? Gaudé’in eserlerinin türsel karşılıkları üzerine ne söylersiniz?

T.C.: Yazın hayatına tiyatro metinleriyle başlayan Gaudé tiyatroyu kendisi için farklı kılan öğeleri şu şekilde açıklıyor: Bir tiyatro metni sahneye konma çalışması esnasında izleyiciye erişmeden önce pek çok yorumlamadan geçer. Bir başka deyişle, metnin sahneye uyarlanması dramaturg, yönetmen, oyuncular gibi çok sayıda kişinin katılımı, çalışması, yorumu ile olur. Bunlar da metni sadece yazarın metni olmaktan çıkarıp bir grup çalışması hâline getirir ve sonuçları bazen yazar için de şaşırtıcı olabilir. İşte yaratı sürecinin bu denli çok katmanlı ve üretken oluşu tiyatro sanatını Gaudé için özel kılar.

Bunun haricinde yazar herhangi bir türü özellikle belli konuları işlemek için kullanıyor mu sorusuna şu şekilde cevap verebiliriz: Laurent Gaudé için yazı toplumsal konular karşısındaki öfkesini, şaşkınlığını ifade etmeye yarıyor. Bu sebepten ötürü belli konuları belli edebî türlerde ifade ediyor gibi bir söylemde bulunmak yanlış olur. Ancak, edebî türlerin sunduğu teknik araçlar aynı konuyu ilgili türlerde farklı şekillerde ele almasına sebep oluyor. Örneğin; roman türü farklı zaman ve uzamlarda geçen hikâyeleri detaylandırarak, birinden diğerine geçişler yaparak anlatmasını sağlıyor. Ayrıca roman türünün sunduğu bir diğer öğe ise çok sayıda kahramanı anlatı evrenine dâhil edilebilmesi ve bu kahramanların her yönüyle detaylı bir şekilde betimlenebilmesi.

Şiir ise yazarın gerçek olayları, kurguyu dâhil etmeden, betimleyici bir anlatımla aktardığı bir tür olarak çıkıyor karşımıza. Gaudé ele aldığı her edebî türde olduğu gibi şiirde de bir hikâye anlatıyor; ancak yaşanmış olaylardan –özellikle yazarın yaptığı seyahatlerde gözlemlediği sığınmacıların durumunu düşünecek olursak- bir kurgu yaratmaktansa hatırında kalanları, hissettiklerini kelimelere dökmeyi tercih etmekte.

A.E.: Tezinizde Gaudé ile ilgili olarak aynı zamanda bir “hibrit metin” kavramından söz ediyorsunuz. Bu kavram benim daha öncesinde aşina olduğum bir kavram değildi. O yüzden belki bu konuyu açmak da yerinde olacaktır. “Hibrit metin” nedir ve Gaudé’nin eserlerini “hibritleştiren” özellikler nelerdir?

T.C.: Hibrit metin ya da bir başka deyişle melez metin postmodern dönem edebiyatının ve yapı bozumun bize kazandırdığı bir kavram. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değer yargıları, doğru bildiklerimiz, her şey tekrardan sorgulanmaya başladı. Ardından 60’lı 70’li yıllar alışılagelmiş değerleri yıkacak özgürlük arayışıyla tarihte yerini aldı. Tüm bu olaylar, sanatın tüm dallarına ve tabi ki edebiyata da yansıdı. O döneme kadar olayları meşrulaştırmak için başvurulan üst anlatılar yani mitler, kutsal kitaplardaki hikâyeler, efsaneler yapı bozumla beraber şekil değiştirerek, yeniden yazılarak, uyarlanarak anlatı evrenine dâhil edilmeye başlandı. Bununla beraber edebî türler de yapı bozumdan etkilendiler ve kendi geleneksel kodlarına uyum gösterememeye başladılar. Bu da romanda şiire, şiirde düzyazıya yer verilmesine sebep oldu ve melez metinleri doğurdu.

Gaudé’nin eserlerini hibritleştiren öğeler ise romanlarında sözlü geleneğin bir parçası olan ağıtlara (Cehennemin Kapısı adlı eserde oğlunu mafyaya kurban veren acılı annenin ağıtları buna bir örnektir) ve şiirlere yer vermesi, şiirlerinde tiyatro metinlerinde nazımla nesiri bir araya getirmekten çekinmemesi şeklinde özetlenebilir.

Gaudé, trajedi ve tragedyalar

A.E.: Laurent Gaudé, eserlerinde geçmişten günümüze insanlık tarihini ilgilendiren, mitlere, efsanelere konu olan temaları işleyen bir yazar ve şair. Bu yönüyle onun evrensel meselelerle ilgilendiğini söylemek mümkün. Peki Gaudé bunu nasıl yapar? Onun mit ve efsanelere yaklaşımını diğer yazar ve şairlerden farklı kılan nedir?

T.C.: Gaudé’nin mit ve efsanelere yaklaşımını diğer yazarlardan özellikle farklı kılan şudur demek ve bir genelleme yapmak yerine onun bunları ele alış şeklini anlatmayı daha faydalı buluyorum. Senin de söylediğin gibi yazar evrensel temalarla ilgileniyor, bu temalar da toplumsal hafızada ve kültür mirasımızda yer eden mit ve efsanelerde sıklıkla işlenen temalar: ölüm, ölümden sonraki yaşam, intikam, anne-baba-çocuk ilişkisi, ihanet, öfke, isyan bunlardan sadece birkaçı. Eserlerinin bazılarında hikâyenin tüm kurgusu mit ve efsaneler üzerine kurulmuş olmakla beraber, yazar bunları alışılagelmiş yapılarıyla kullanmaktansa günümüz okuru için de anlamlı olabilecek veya kendisinin vermek istediği mesaja uygun olabilecek değişikler yapmaktadır. Bu noktada yazarın tercihlerini alımlama teorisi ekseninde incelemek yerinde olacaktır. Bazı eserlerinde ise mit ve efsaneler ana kurgunun içerisine, belli bölümlere dâhil edilmiştir. Bir kahramanda Prometeus’un veya Ulysses’in izini sürmek mümkündür. Biz Avrupa adlı şiir kitabında Jan Palach’ın Çekoslovakya’daki rejime karşı gençlerin sesini duyurabilmesi için kendini yakması, bir anlamda kurban etmesi bize Prometeus’u anımsatır. Veya Öfkeli Onysosadlı tiyatro eserinde asırlar boyu yaşayan doğaüstü özelliklere sahip kahramanın yıllar boyunca yaşayabileceği bir ev arayışında olması kahramanda Ulysses’in izini sürmemize sebep olur. Böylece az önce de bahsettiğimiz üzere Gaudé’nin mitleri postmodern dönemin etkisiyle metinlerarasılık, yeniden yazım gibi tekniklerle eserlerine konu ettiğini söyleyebiliriz.

A.E.: Trajik, sanırım Gaudé’in eserlerindeki en önemli unsurlardan birisidir. Sizin de belirttiğiniz gibi, kendisi trajik olan ile ne denli yakından ilgilendiğini ve özellikle bu konu üzerinden metinler kaleme aldığını açıkça söyleyen bir yazar. Bu noktadan hareketle, Gaudé trajik olan ile, trajedi ile nasıl bir ilişki kurar? Onu trajediye bu kadar yönlendiren nedir?

T.C.: Öncelikle trajik ve trajedi ya da tragedya arasındaki anlam farkının altını çizmek istiyorum. Trajedi, kökeni Antik Yunan’a dayanan bir tiyatro türüdür ve tanımını Aristoteles’in Poetika’sında buluruz. Tragedya, komedinin aksine, ciddi, önemli olayların izleyicide korku ve acıma uyandıracak şekilde yapılan taklididir ve ana maddesi trajik olandır. Peki, trajik nedir? Trajik, insanın varoluşunu, geleceğini, amacını sorgulatan ve bunların anlamsızlığını ortaya koyan durumdur. Antik Yunan’da trajik durumun, insanın Tanrılar tarafından yönetilen bir dünyada kendi yerini bilmeyip (hybris) Tanrıların arzusuna zıt ama kendi isteği doğrultusunda davranması sonucunda ortaya çıktığı söylenirdi. İnsan trajik hatayı işler, cezalandıralacağını bile dahi isteği, inandığı şey doğrultusunda hareket eder –tıpkı Prometeus’un Tanrılardan ateşi çalıp insanlara vermesi ve karşılığında sonsuza kadar cezalandırılması gibi. Veya Cehennemin Kapısı romanında acılı annenin Tanrı’ya isyan edip, ondan özür beklemesi ve bu davranışı yüzünden eşinin ölümüyle cezalandırıldığını düşünmesi, daha da ileri giderek kendini cezalandırması yukarıda vermiş olduğumuz trajik tanımına uygundur. Bu tanımlardan hareketle şunu söyleyebiliriz ki, trajik içerik her tür edebî türde karşımıza çıkabilir ama trajedi, kuralları özellikle 17. yüzyılda çok net bir şekilde belirlenmiş olan bir edebî türdür. Bu bağlamda her trajedinin trajik olduğunu söylemek mümkündür, ancak aksini söylemek mümkün değildir.

"Günümüz dünyasında keskin çizgiler grileşti ve Gaudé’de de bunu net bir şekilde görebiliyoruz."

Peki, Gaudé’nin bunlarla kurduğu ilişki için neler söyleyebiliriz? Trajik, insan hayatının ayrılmaz bir parçasından. En nihayetinde, insan yok olmak üzere var olur, bu da oldukça trajiktir. Gaudé, insanlık tarihinin bu hikâyelerine son derece önem vermekte ve bunların unutulmaması için, her daim hatırlanması için bunları kaleme almayı önemsemekte. Yazarların görevi bunları anlatmak ve kaybolmamasını sağlamak, duyulur kılmak. Mesela, son şiir kitabı olan Biz Avrupa’da Sanayi Devrimi’nden bu yana Avrupa’da yaşanan olumlu-olumsuz tüm gelişmeleri eleştirel bir dille ele almakta ve kaydedilen tüm ilerlemelerin bir anda nasıl insanların aleyhine işlediğini gözler önüne sermekte. Bu da insanoğlunun yaşantısının ne kadar trajik olduğunu bize hatırlatmakta.

A.E.: Gaudé, üretimlerinde yazılı gelenekle sözlü geleneği bir araya getirirken alışılagelmiş tür kurallarıyla da sürekli çatışan, bunları esneten bir yazar. Birçok farklı türde kalem oynatması da bu noktada sanırım daha kıymetli. Son bir soru olarak, Gaudé’nin türleri ele alış ve kuralları yıkma biçimini siz nasıl değerlendirirsiniz?

T.C.:Gaudé’nin geleneksel anlatı kurallarını son derece doğal bir şekilde, günümüz okurunu rahatsız etmeden, şaşırtmadan esnettiğini söylemek mümkün. Her yaştan ve her kültürden okur tarafından sevilerek okunmasının sebeplerinden birinin bu olduğunu düşünüyorum. Bunun haricinde edebi türlerin tarihçesine baktığımız zaman edebi eserler epik, lirik veya dramatik türlere ayrılır ve her tür kendisine uygun edebi kurallara göre yazılırdı. Ama günümüz dünyasında bu keskin çizgiler grileşti ve Gaudé’de de bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Yazar melez metin sayesinde artık ne sadece bireyin ne de sadece toplumun trajiğini anlatıyor; aksine bu sayede hem bireyin hem de toplumun trajiğini aynı eser içerisinde anlatıyor. Ayrıca insanlık tarihine ve kültürel mirasına olan saygısını sadece konu seçimiyle, eserlerinde mit ve efsanelere yer verişiyle değil, edebiyat tarihinin kabaca tüm türlerini eserlerinde buluşturup, harmanlayıp onların da unutulmasına, yok olmasına karşı çıkışıyla gözlemleyebiliyoruz.